Edep Kuralları

EDEP ve GÖRGÜ KURALLARI 

Peygamberimizin Öğrettiği Davranış Edepleri
Prof.Dr.M Yaşar KANDEMİR*
Peygamber Efendimiz bize Müslümanca yaşamayı öğretti. Otururken, kalkarken, yerken, içerken, konuşurken, gülerken bizi başkalarından ayıran bir hayat tarzından söz etti. Bizi görenlerin “Bu adam Müslüman” diyeceği bir yaşama üslûbuna sahip olmamızı tavsiye etti.
İnsanlarla olan ilişkilerimizde Müslümanca davranmamızı istedi:

Ziyaret Ederken
Diyelim ki, birini ziyarete gittik, kapısını çaldık, bize “Kim o?” diye soruldu. “Benim” diye cevap vermeyeceğiz. Adımızı söyleyeceğiz. Kapı açıldığı zaman evin içini görmemek için sağ veya sol tarafa çekileceğiz. Kapıyı üç defa çaldık veya zile bastık da cevap alamadık. Orada daha fazla durmayıp gideceğiz. (Buhârî, İsti’zân 13, 17; Müslim, Âdâb 39; Ebû Dâvûd, Edeb 127, 128).
İçeri kabul edildik veya kendi evimize girmek üzereyiz, önce bismillah diyeceğiz. Bu besmele, şeytanın bizimle birlikte içeri girmemesi için bir önlem. Sonra karşımızdakine veya ev halkına selâm vereceğiz. Sırasıyla önce sağ, sonra sol ayakkabımızı çıkaracağız (Müslim, Eşribe 103).

Sofrada
Daha sonra sofraya oturduk; yemeğimizi sağ elle yiyeceğiz. Su içerken bardağı sağ elimize alacağız. Şeytanın hep sol elle yiyip içtiğini hatırımızdan çıkarmayacağız. Mecbur kalmadıkça suyu oturarak, iki veya üç nefeste içeceğiz (Buhârî, Et`ıme 2, 3; Libâs 39; Müslim, Eşribe 105-108, 116; Libâs 67; Ebû Dâvûd, Et‘ime 19; Tahâret 18; Tirmizî, Eşribe 13).
Yemeği asla tıka basa yemeyeceğiz. Midemizin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe ayıracak, üçte birini de nefes almak için boş bırakacağız. Peygamber Efendimiz’in tabiriyle “Müminin bir bağırsağını, inkârcının ise yedi bağırsağını dolduracak kadar yeyip içtiğini” unutmayacağız (Buhârî, Et‘ime 12; Tirmizî, Zühd 47; İbni Mâce, Et’ime 50).

Konuşurken
Konuşmak üzere ağzımızı açtığımızda ya faydalı şeyler söyleyeceğiz veya susacağız. Ama asla kimseye hakaret ve lânet etmeyeceğiz; kimseyi incitmeyeceğiz, arkasından çekiştirmeyeceğiz; kimseyle alay etmeyeceğiz; kimsenin taklidini yapmayacağız (Buhârî, Edeb 31, 57; Müslim, Îmân 74, Radâ 60; Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 48).
Ve yine diyelim ki, bir yerde üç kişi oturuyoruz. Üçüncü arkadaşı dışlayıp kendi aramızda konuşmayacağız. Böyle yaparsak onun alınacağını ve üzüleceğini düşüneceğiz (Buhârî, İsti’zân 79; Müslim, Selâm 36-38).
İnsanlarla güler yüzle, tatlı sözle görüşüp konuşacağız. Cana yakın, iyi geçimli, yumuşak başlı olacağız. İnsanlara tebessüm etmenin ve tatlı söz söylemenin başlı başına bir sevap olduğunu bileceğiz (Buhârî, Edeb 34; Tirmizî, Birr 36, Kıyâmet 35).

Alış Veriş Yaparken
Bir şey alırken, satarken, borcumuzu öderken anlayışlı ve kolaylık yanlısı olacağız. Kendisine borçlu olduğumuz kimse uygun olmayan bir tarzda alacağını istese bile ona anlayış göstereceğiz (Buhârî, Büyû‘ 16, Vekâlet 6).
Efendimiz’in anlattığı şu kıssayı ibretle hatırlayacağız: Vaktiyle adamın biri ölünce melekler ona “Hiç iyilik yaptın mı?” diye sordular. “Hayır, yapmadım” dedi. “Hele bir düşün!” dediler. Adam düşündü, “Evet” dedi. “İsteyene borç verirdim. Adamlarıma da, zor durumda olanlara kolaylık göstermelerini, zenginlere anlayışlı davranmalarını tembih ederdim.” Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklere onu affetmelerini emretti (Buhârî, Büyû‘ 17; Müslim, Müsâkat 26).

Selâm ve Nezâket
Yolda bir Müslüman kardeşimizle karşılaştığımızda selâm vereceğiz. Selâm vermekten hiç bıkmayacağız. Küçüğün büyüğe, sayıca az olanın çok olana, binitli olanın yürüyene, yürüyenin oturana selâm vermesi gerektiğini bileceğiz (Buhârî, İsti’zân 4-7).
İnsanlarla olan ilişkilerimizde onları incitmemeye dikkat edeceğiz. Söz gelişi biri kulağımıza eğilip bir şey söylemek istedi. O başını uzaklaştırmadan başımızı çekmeyeceğiz. Elimizi tuttu, tokalaşmak istedi; elimizi elinden hemen çekmeyeceğiz. Ondan kaçtığımızı sanmaması için yüzümüzü çabucak başka tarafa çevirmeyeceğiz (Ebû Dâvûd, Edeb 5; Tirmizî, Kıyâmet 46).
Bir kardeşimiz bizi yemeğe dâvet ederse kabul edeceğiz. Bize ihtiyacı olursa yardımına koşacağız. Biri Müslüman kardeşimize haksızlık ederse, kardeşimizi savunacağız. Yanımızda aksırıp da “Elhamdülillah” derse, ona “Allah sana merhamet etsin” anlamında “Yerhamükellah” diyeceğiz. Hastalanırsa ziyaretine gideceğiz. Ölürse cenaze namazını kılıp defnedeceğiz (Buhârî, Cenâiz 2, ; Müslim, Selâm 4, 5).
Yolda giderken insanları incitip zarar verecek bir taşı, bir dikeni, bir başka şeyi görünce alıp bir kenara atacağız (Buhârî, Ezân 32; Müslim, Zekât 54).
İyi Müslümanın, kendisini ilgilendirmeyen şeyleri yapmayacağını asla ve asla unutmayacağız (Tirmizî, Zühd 11; İbni Mâce, Fiten 12).
Bize iyilik edene biz de iyilik edeceğiz. Ona iyilik etmeye gücümüz yetmiyorsa dua ve teşekkür edeceğiz. İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyenin Allah’a da şükretmemiş sayılacağını aklımızdan çıkarmayacağız (Ebû Dâvûd, Zekât 38; Tirmizî, Birr 35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 295, II, 302, III, 73).

Düşmanca Duygular
Bir kardeşimize darılsak bile, üç günden fazla küs durmayacağız. Hele yolda karşılaşınca birimiz bir yana, diğerimiz öte yana başımızı çevirmeyeceğiz. İlk önce selâm verenin en hayırlımız olduğunu bileceğiz (Buhârî, Edeb 62; Müslim, Birr 25).
Dargınlıklar asla düşmanca duygulara dönüşmeyecek. Pazartesi ve Perşembe günleri yaptığımız işlerin Cenâb-ı Hakk’a arzedildiğini, Allah’tan başkasını tanrı yerine koymayan herkesin o gün bağışlandığını, yalnız din kardeşiyle aralarında düşmanlık bulunanların “Birbiriyle barışıncaya kadar onları bir yana bırakın!” diyerek bağışlanmayacağını hiç mi hiç unutmayacağız (Müslim, Birr 35, 36). Müslümana özel bu ilâhî affı asla kaçırmamak için hiçbir Müslümana düşmanlık beslemeyeceğiz.

İslâm Edebinin Güzelliği
Sevgili kardeşlerim! Biz bu hareketleri, “Benim Sevgili Peygamberim böyle yapardı. Benim de böyle yapmamı isterdi. Ben onun izinden gitmek istiyorum” diye yapmalıyız. Çocuklarımızı da aynı düşünceyle yetiştirmeye çalışmalıyız. Onlar dünyayı tanımaya başladıkları günden itibaren yakın çevrelerinde bu güzellikleri görerek yetişirlerse, İslâm edebini kolayca benimser ve ruhlarına sindirirler.
Müslümanca yaşamayan, çocukluğundan beri hiçbir kurala tâbi olmayan kimseler bizim hayat tarzımızdan rahatsız olabilir; hatta “Bu ne yahu? Beni hafakanlar bastı. Ayağını öyle atma yanlış, böyle basma günah. Adam çıldırır be!” diye kızıp köpürebilir.
Müslümanın dünyası, Allah’ın rızâsını kazanmaya elverişli bir yaşama biçiminden oluşur. İnsanlar dost ve arkadaşlarının hayat tarzından etkilenir. İşte bunun için Peygamber Efendimiz sadece mü’minle dost ve arkadaş olmayı, yemeğini de sadece Allah’a karşı gelmekten sakınan kimselere yedirmeyi tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 55).
Biz başkalarına bakmayalım. Çünkü herkese kendi âdeti hoş gelir. İyi bir Müslüman olmaya, Müslümanca yaşamaya gayret edelim. Yüce Rabbim hepimizi Rehberimiz Efendimizin izince yürümeye muvaffak buyursun.
Âmin.

*Altınoluk Dergisi Mayıs 2004 sayısından alınmıştır…


Aşağıdaki görgü kurallarından “uygun” olanları alınız, uygulayınız. Bununla birlikte içeriğine bizim de katılmadığımız aşırı sayılabilecek kurallar da var. Ama biz “eleştiriye” açık olmakla birlikte bu kurallardan istifade edilebileceklerin daha çok olduğu kanaatindeyiz.
( Sayfa Sorumlusu)

Adab-ı Muaşeret Kuralları / Görgü ve Edeb Kuralları*

“Şüphesizsen en yüce ahlak üzeresin” -Ayet meali-
Giriş
Yemek
Ağzı açık yemek-Miktar-Geğirmek-Hapşırma-Kaşık Yalama-Kürdan-Aynı Kaptan Yemek Yeme
Hitap
Gıyaben Hitap-Yakından Konuşma
Randevu
Telefon
Arama Saatleri-Telefon Bağlatma-SMS
Misafirlik
Çocuk Sevme
Nasıl Sevmeli?
Oturma
Oturma-Gülme -‘Selam’dan kaçış-Hapşırma
Otomobil Kullanma
İyi Bir Sürücü-İyi Bir Yolcu-Sürücülüğün Müeyyidesi-Trafik kuralları
Görüşme
Tokalaşma -Sarılma, Muanaka, Öpüşme-El Öpmek
Temizlik
Abdest-Duş Almak-Tuvalet-İstibra-Diş Rengi
Giyim
Takım elbise-Gömlek-Kravat-Ayakkabı-Çorap
Birer Cümleyle…
Adab-ı Muaşeret Denemesi
Giriş

Kainatın iftihar tablosu Hz. Muhammed (SAV)’e layık olmak, davranış ve görüntüsüyle onu utandırmamak durumunda olan ve bunun yanında ‘inancını temsil’ zorunluluğuyla yaşayan bir insanın kendini kaba, biçimsiz, hoyrat her türlü davranış ve görüntüden arındırması ihmal edilmez bir gerekliliktir.

Bugüne kadar “adab-ı muaşeret “ olarak adlandırılmış, toplumdaki genel geçer nezaket kurallarına dayalı prensipler, görüntüsüyle inancını tebliğ etme konumundaki insanlar için şahsi zorunlulukları derecesinde önem taşımaktadır.

Adab-ı muaşeret kurallarını anlatılırken bazen hiciv üslubunda, bazen de  ironik ve didaktik bir dil kullanılmıştır. Maksadı aşan teşbihler ve didaktik üslup için özür dileriz.
Yemek

“Ye’külüne kema te’külü’l enam”
“…yemeklerini hayvanlar gibi yerler.” 47/12

Yemek Yerken Ağzı Açma, Konuşma, Gülme

Kibar yemek yiyen bir insan görürseniz biraz seyredin. (Fazlası nezaketsizlik olur.) Ne kadar asil bir görüntü oluştuğunu fark edersiniz.

Allah’ın insan tasarımında, çirkin gereklilikler bir örtüyle kaplanmıştır.

Mesela yemek yerken ağzın içi çirkin bir görüntü oluşturur.
Dudakların fonksiyonlarından biri bu çirkinliği örtmektir.

Siz kalkar inek-misal bir şekilde her çiğneyişinizi kamuya açarsanız insanlar sizden iğrenir, tiksinirler.

Evet, ilk prensip yemek yerken ağzı kapalı tutmaktır.
Ağızdakileri yavaş yavaş çiğnemektir.

Görüntülü ileri moduyla çiğnemek ağzınız kapalı da olsa komik bir manzara oluşturur.

Toplu yemek yenen bir yerde ağzı açık olarak yemekleri çiğneme, ses olarak da insanları rahatsız eder. Bu tiksindirici ses insanların iştahını kapatır.

Ve yemek yerken ağız hacminin yarısı kadar yemeği ağza almak.

Fazlasını aldığınız zaman ağzınızda pinpon topu geveliyor gibi bir görüntü oluşur.

Bu top bir o yanağınızda bir diğerinde dolaşır durur.
İnsanlar bakmazsa problem yok ama…

Bu manzaranın daha kötüsü ağız dolusu yemekle konuşmaya kalkmak.
Bu ise bir çöp kamyonunun arka kapağının açılıp açılıp kapanması gibi bir manzara oluşturur.

Çünkü bir başkasının ağzında gevelenen lokma benim için iğrenç, çöp gibi bir şeydir. Siz kendi ağzınızdan çıkardığınızı bile tekrar ağzınıza almaktan iğrenirsiniz.

Bu manzaranın daha kötüsü ağız dolusu yemekle sesli gülmeye kalkmak. Bu olayda ağızda yer alan çöp kıvamındaki malzemeler gülmenin coşkusuna kapılıp kendilerini dışarı atarlar.
Bu da iğrençliğin zirvesidir.

Ağzınızdan fırlayacak bir kırıntı sizi bitirebilir.

Ağzı tıka basa doldurduğunuzda, diyelim ki bu bir baklava. Bir baklava dilimini bütünüyle yediğinizde 5 saniyede alacağınız lezzeti onu dörde bölüp yavaş ve kibarca, efendice yiyerek 1-2 dakikaya yayabilirsiniz.
Bazıları bu süreyi bir porsiyon yiyerek doldurabilir ve ‘Su içsem kilo alıyorum.’ diyebilirler.

Siz, siz olun; yemek yerken ağzınızı kapalı tutun bir,  istiap haddini aşan fazla hacimde lokma (yani yanaklarınızın eğimini bozmayacak) almayın iki, ağzınızda yemek varken konuşmayın üç, hele hele gülmeye hiç kalkışmayın dört.

Kaşık Miktarı

Kaşığın dolduruluş miktarı kuru yemeklerde kaşığın çukurunun simetrisini aşmamalıdır.

Eğer sulu bir yemekse doldurulan miktar kaşık kenar düzleminin 1 mm altında olmalı, yüzey gerilim hesapları mutlaka yapılmalıdır. Çorbayı yapanlar da su kıvamında çorba yapmamalılar.

Yemeği yerken kaşığı ağzın bulunduğu yere getirmek yerine bazıları ağzını yemeğin dikey düzlemine götürürler ki bence bu da hoş bir görüntü değildir.

Çorba içerken kaşığa ölçülü alınmalı ki bir kaşık çorba için reverans yapıp eğilmeyelim. Çorbayı kupada içmek de fena fikir değil! (Kimse yoksa!)

Çorbayla ilgili ikinci ikaz, çorbayı elektrik süpürgesini andıran bir ses ve fonksiyonla hüpletmemek hakkında. Genelde farkına varılmadan yapılır. Hakeza çay…

Çorbanın sıvı oluşu veya fazla sıcak oluşundan dolayı bazen hüpleterek soğutma veya dökülmesini önleme teşebbüsleri olabilir. Bu da hem mideye hava girişine (faturası ağır) ve insanların dikkatini ağız faaliyetlerinize çekmeye neden olur ki bu da yine gürültüsüz ve kibar yemek yeme prensibini ihlaldir.

Sulu yemeklerde veya çıkıntılı aksam içeren yemekleri yerken arada bir, hatta daha sık, ağzı peçete ile silmekte yarar var. Bir yemek yiyenin ağız kenarına konuşlanan ekmek kırıntısı veya yemek artığı yemek boyunca ona bakamamama ve zihnimi meşgul etmeye sebep olur.

Ketçaplı makarna yiyenlerin, yüz coğrafyalarını ara sıra peçeteyle kontrollerinde fayda vardır.

Çay içerken şekeri karıştırmak için, çay kaşığıyla bardağın cidarlarını döğmek de aşırı sesli hüpürdetmek de pek zarif değildir.

Evet yemek yerken, acemi bir yüzücünün batmama telaşı ses ve görüntüsünü değil, usta bir yüzücünün sessiz ve tek damla sıçratmadan yüzüşünü örnek alın.

Geğirmek

Geğirmek de yine çok yemenin yan etkilerinden. Yemek yenirken fazla şehvetten, hızlı yemekten veya ağzı açık yemekten lokmalarla beraber bir o kadar da hava mideye iner.

Midedeki yemeklerle haşir neşir olan o tertemiz hava yemeklere ait tüm molekül örneklerinden kokular sürünerek yukarıya yönelirler. Ve ortalık…

Bilhassa namazda safta duranların şiddetle kaçınması gerekir.

Yemek Yerken Hapşırma

Bu da genellikle hızlı ve çok yeme hırs ve telaşıyla oluşur ki bir felakettir. Böyle bir felaket geliyorum dediği an o ortamın selameti açısından kaçmakta fayda vardır. İnsanların iştahını kesmek de bir insan hakları ihlalidir.

Kaşık Yalama

Bazı insanlar yemekte kedilere öykünüp kaşık ve çatallarını yalarlar. Bunun da müstekreh ve komik bir görüntü oluşturduğu muhakkak.

Her ne ve nasıl yenirse yensin arada bir peçete ile ağız silinmeli dudak kenarlarında bir şeyler kalması engellenmeli.
Ağzı, parmaklarla karıştırmak, balık ve pirzola gibi şeyler yiyip parmakları yalamak da bir başka kerih görüntüdür.

Kürdan

Uluorta elinde kürdanla dolaşıp dişlerini sergileyerek sondajlayanların görüntüsü; kebapçı önlerinde doymuş, güneşlenecek yer arayan, bu arada yalanan kedileri çağrıştırıyor bana.

Aynı Kaptan Yemek Yeme

Bu alışkanlık bir köy âdetinin şehirde devamı gibi. Zaman ve şartlar bir dönem gerektirmiş de olabilir. Ama şehir insanına ulaşma, bir şeyler anlatma kaygısı varsa bundan vazgeçilmeli; zayıf tabiatlı insanların bazen sunulan güle değil, sarılan ambalaja takılabileceği göz ardı edilmemelidir.

Hakkında nass olmayan bu âdet, bazı evlerde hâlâ kaldıysa da terk edilmeli.

Siz bir kişiyi bile tiksindirecekseniz bunu yapmaya hakkınız yok.

Örnek kabul edilen insanın şu anki sofrası ve masası örnek alınmalı.

Köylülüğü devam ettirmek için kutsi mehaz arayışına girerek anakronizmaya düşülmemelidir.

Hitap

Yabancı filmlerden geçen bir kötü alışkanlık da insanların birbirlerine hitap etmeleriyle ilgili.

Tüm insanlara isimleriyle hitap etme hastalığı.

Yaşça sizden küçüklere sizle bir yakınlıkları varsa isimleriyle hitap edebilirsiniz.

Fakat daha dün tanıştığınız birine ismiyle hitap etme bedevilik olmasa bile kabalıktır.

Gurur ve kibir asrı olan bu zamanda bu tarz bir hitap enaniyeti de okşamaktadır.

Beraber hizmet ettiğiniz insanlara ‘bey’ demek bile size zor geliyorsa size bir gün ne derler bilinmez.

Bu tür isimle hitap tarzı veya ‘âdab’sızlık maalesef hızla yayıldı. Kendinden bir basamak aşağıda hizmet edenlere Ahmet, Mehmet, Ali, Veli demek, adlarıyla hitap etmek, o isimlerin de aşağıya aynı tarzda hitap etmelerine sebep oldu.

Artık müdür yardımcısı öğretmenine ismiyle, genel müdür müdür yardımcısına ismiyle hitap ediyor.

Muktediler böyleyken hâlbuki Mukteda Bih çoluk çocuğu yaşındakilere ‘bey’i ‘hoca’yı çok görmemekte nezaket dersi vermektedir.

Yine aynı Zat çoluk çocuğa muhatap olurken bir defa bile “sen” demezken muktediler herkesle “sen”li benlidirler.

“Ruhtaki edebsizlik önce dilden sızar.”

Gıyaben Hitap

Bu hitap tarzı, adapsızlığının daha kötüsü!
Yanında bulunurken insanlara ‘bey’, ‘hoca’ derken onların gıyabında isimleriyle hitap etme seviyesizliği.

Bu da hızlı yayıldı. Enaniyet ve gururu incimad etmiş hizmet senadidleri nazarında herkes sadece ismidir.

İnsanların yüzlerine karşı yapamadıkları bu hitap tarzını arkalarından yapmakta, 3-5 yaşındaki çocuklardan bahseder gibi 3-5 çocuk sahibi insanlar hakkında  terbiyesizce konuşabilmekteler.

Bir başka mürai hitap da herkese yanında “abi, abi, abi” deyip arkasında isimle hitap ederek konuşma. (Bundaki tahfif, gurur da içeriyor.)

“Mümin, karşısındaki insana hem yanındayken hem de gıyabında aynı terbiye ve nezaketi gösterebilen, ikiyüzlü davranmayandır.”

Yakından Konuşma

İnsanlarla konuşurken ağzımızın kokusundan rahatsız olunmaması için belli bir mesafeye ihtiyaç vardır.

Hem yeterince ağız temizliği yapmayan, hem de sesin dalgalarla değil tükürük tanecikleriyle yayıldığını sanan bazı kimseler burnunuzun dibinde gelip konuşabilirler.

Size düşen böyle yapmamak, yapanlara da sabretmek veya kaçmak.

Randevu

İnsanlar gösterdiğimiz saygının en belirgin göstergesi randevu saatlerine sadakatimizdir.

Bir yerde buluşuyorken, bir yere giderken ağzımızda çıkan sözlere fevkalade dikkat etmeliyiz.

10 dakika diyorsak bunun açılımı ve tefsiri yarım saat olmamalı yalancı olmamalıyız. 5 dakika 5 dakika olmalı, 15 dakika 15 dakika olmalı.

İnsana saygısızlığın ve onu ciddiye almamanın en önemli delili zamanlamaya önem vermemedir.

Randevu saatlerine önem vermeyen ve bu konuda dikkatsiz insanların hayatı incelenirse namazlarını vaktinde kılmadıkları, her işlerini tehirle ömür geçirdikleri ve aşırı paspallıkları açıkça görülür.

Bu tür insanların en önemli sığınakları trafiktir. Bu ise bilinmeyen, sanki yeni icat olmuş bir engel gibi her türlü gecikmede argüman olarak öne sürülmekte, gecikme ciddiyetsizliğini perdelemektedir.

Bir insan trafiği gecikme faktörü olarak göremiyor ve ona göre erken yola çıkmıyorsa trafik bahanesine sığınmamalı veya büyük şehirde yaşamamalı.

Telefon

Önce kötü örnekler:
Bir yeri arayıp “Alo kimsiniz?”, “Sen kimsin?”, ”Orası neresi?” demek yanlıştır. (Orası bir kurum değilse.)
Doğru olan insanın önce kendisini tanıtmasıdır.

Yani “Alo, Ben Mehmet Fidan. Ahmet Öz’le görüşebilir miyim?” gibi olmalı.

Hemen hemen her gün görüşülen kimselerle “Nasılsın, iyi misin?” gibi lüzumsuz mukaleme de bence lüzumsuz. Direkt olarak iletilmek istenen konuya girilmeli.

Aranan siz iseniz arayan telefonu kapatma eğilimi göstermedikçe telefonu kapatmaya kalkmamalısınız. Kim aradıysa kapatma hakkı ona aittir.

Telefonla bir yeri ararken şu tanıtım da iticidir.
”Alo ben Çetin Hoca”
“Alo ben Mahmut Hoca”

“Hoca” unvanı fahri bir lakaptır. Öğretmenlik mesleğini ifade etmez.
Hocalık paşalık gibidir. Kenan Evrenin telefon edip ‘Ben Evren Paşa!’ demesi gibi.
Şöyle diyebilirsiniz:
“Alo ben Türkçe Öğretmeni Murat Özen” veya ”Ben matematik öğretmeni Suat Ceylan” denebilir.

Fakat “Alo ben Nuri Hoca” yanlıştır. Kim seni hoca yaptı. Hocalık kendinden menkul olabilecek bir meslek adı değildir.

Telefonla Arama Saatleri

Telefon acil bir görüşme aracıdır. İstişare, müzakere ve mütalaa aracı değildir. Herhangi bir haberi, bir cümleyle öğrenme ve bir cümleyle iletme aracıdır.

Fazlası her bakımdan yanlıştır. 505’e sığınıp uzun konuşmayın.Bazen karşınızdaki insanın vakti SMS hatlarından değerli olabilir.

Akşamları 20.00 – 22.00 arası bir yere telefon açılıyorsa, telefon 3 defadan fazla çaldırılmamalıdır.

22.00 – 06.00 arası ise insanın özel dinlenme saatleridir. Bilhassa erken yatması gereken çocuklar açısından. (Kapı zili de hakeza…)

Bu saatler arası olağanüstü bir durum yoksa katiyen telefon edilmemelidir.

Saat 24.00’te veya daha sonrasında telefonla arayıp “ Alo yoksa uyuyor musun?”, ”Alo …..uyudun mu?” gibi abukluklara düşülmemeli.

Bayanları veya erkekleri meşguliyetleriyle ilgili akşam evden aramak o meselelerin eve yansımasına, bir bakıma gündüze ait problemlerin evde de problem haline gelmesine sebep olur. Ertesi sabah söylense olabilecek bir meseleyi akşamdan söylemenin huzur bozmaktan başka etkisi olmaz.

Bilhassa çalışan bayanların evde anne yükümlülükleri taşıdıkları unutulmamalı.

Telefon Bağlatma

İdareci düzeyinde yapılan bir telefon bağlatma hatası da şudur:
Bir müdür, astını, yardımcısını veya öğretmenini santrale veya sekreterine söyleyerek bağlatabilir. Karşı tarafın beklemesinde bir sakınca yoktur.

Ama bir müdürün emsalini veya üstünü telefonla kendine bağlatması bedeviliktir. Sekreterinin karşı tarafın telefonu çalarken hemen kendi müdürüne bağlatması gerekir.

Bazen safiyane böyle telefon bağlatan müdürler veya benzer konumdakiler büyük bir pot kırdıklarını bilmelidirler.

Bu prensip müessese dışını ararken de geçerlidir. Bir müdür veya emsal makamdaki bir idareci dışarıdaki bir idareciyi –bu zat bir firmanın depo müdürü veya kadastro müdürü veya mahalle muhtarı olabilir- telefonuna bağlatamaz. Çalarken ahize elinde olmalı.

Ayrıca cep telefonunu eline alıp, diğer elini pantolon cebine sokarak gezinmek de iyi bir görüntü değildir.

Telefon herhangi bir problemden ötürü kesilirse, araması gereken ilk arayandır.

Sizi arayan, fakat meşgul olduğunuz için cevap vermediğiniz bilinmeyen numaraları sonradan aramanız bir centilmenlik olur.

Kandil SMS Mesajları

Arkadaşlarınıza veya müessese adına gönderdiğiniz bir mektup veya bayram kartı imzanızı taşıyorsa bir anlam taşır. Yani elle atılmış bir imzaya sahipse. Bu, karşınızdaki insanı muhatap aldığınızı ifade eder. Ama bu bayram tebriği matbaa baskılı bir imza taşıyorsa veya imza kaşe ile basılmışsa direk çöpe atabilirsiniz.

Size tebrik gönderen bir imza atacak kadar sizi muhatap almıyorsa, gelen tebrikten mutluluk duyarak kendinizi aldatmayın.

SMS mesajları da bu kategoride değerlendirilmeli.

Size mesaj atan mesajın başında
…….falan diye başlamıyorsa, isminizi belirtmemişse bunu spam mesaj kabul edip, sanal alemin en özgün sms edebiyat ürünü de olsa direk ‘trash’a gönderin.

Toplu mesaj gönderme sadece cep telefonu şirketlerini memnun eder.

Herhangi bir bayramda aynı şehirde olsanız kendisini ziyaret edecek kadar yakın olduklarınıza mesaj göndermeli ve hususi bir şeyler yazmalısınız.

Böyle bir yakınlığınız yoksa SMS de göndermeyin.

Misafirlik

Ev ziyaretleri (büyük şehirlerde) oldukça büyük bir problemdir.

İdarecilerin kendi astlarının veya personellerinin evlerini ziyaret etmeleri fevkalade önemlidir. Bu tür ziyaretler kadro uyumunun da garantisidir.

Bir insanın evi ziyaret edilmeden, özel hayatının nabzı tutulmadan hiçbir zaman hakkında kanaat belirtilmemelidir.

Fakat bu ziyaretler büyük şehirlerde belli bir standarda getirilmezse problem haline gelir, yapılamaz.

Öncelikle ziyaret süresi normalde 1 saat, maksimum 1,5 saat olmalı. (Ne kadar ısrar edilirse edilsin.)

Misafirlikte televizyon mutlaka kapatılmalıdır. Ev sahibi ve misafir beraberce ağızlarını açıp televizyon seyredeceklerse niye bir araya gelirler ki?

Bir insan 22.30’da, en geç 23.00’te namazını kılmış olarak evinde değilse, o gecesi mahvolur. Ne evrad, ne teheccüt ve hatta ne de sabah namazı doğru dürüst ifa edilir.

Nadle b. Ubeyd-i Eslemî rivayet ediyor: Sahâbî yatsı namazlarının vaktinden bahsederken: “Resûlullâh(SAV) yatsıdan evvel uyumaktan ve ondan sonra da oturup konuşmaktan hoşlanmazdı” (Buhari, Mevakit)

Gecesinde yapılması gerekenlerin yapılmadığı bir gece, gündüzünde sadece bereketsizlik getirir.

Her ziyarete mutlaka küçük de olsa bir hediye götürülmelidir. Götürülecek hediye insanların birbirini ziyaretine engel olmayacak çapta belirlenmelidir.

Bu kimi zaman çocuklar için 1-2 çikolata bile olabilir.

Ev sahibi, yapacağı ikramlarda da ifrat etmemelidir.

3 küçük parçadan oluşan pasta tabağı ve çay vakit varsa 2 çeşidi aşmayacak meyve, sınır olarak benimsenmelidir.

İkram Allah rızası için sunulmalı, enaniyet meselesi yapılmamalıdır.

Her iki aile de çocuklu ise en geç 21.30’da müsaade istenmelidir.

Toplantı severlerin de bu konuları göz önüne alması, hiçbir toplantının 21.30’u aşmaması gerekir.

İttiba edilen zatın 22.00’ den sonra hiçbir zaman toplantı yapmadığı herkesin bildiği ama genelde uygulamadığı bir prensiptir.
(Gündem mücahitlerine, toplantı kahramanlarına duyurulur!)

Fatih Sultan Mehmed Hazretleri, İstanbul’u fethederken düz bir öğretmenimiz kadar toplantıya katılmamıştır her halde!

Çocuk Sevme

Çocuk sevme şunlar değildir:

Çocuğu yakalayıp sıkmak,

Havaya atmak,

Bağırtmak,

Sevme niyetiyle bir tarafını ısırmak,

Sulu sulu öpmek (Yani tükürüklemek!)

Veya şu cümlelerle

“Sen bizim evde kal,
Bizim çocuğumuz ol,
Annen bizde kalsın,
Kardeşini götürüyoruz,
Kardeşin bizim olsun,
Babanı döveyim mi,
Kazağını ben alacağım,
Atkın benim olsun,
Seni ham yapayım mı,
Çikolatanı bana ver,
Gel, senin koluna saat yapayım,
…”gibi konsantre sevgi sözcüklerinden! siz hoşlanabilirsiniz ama çocuklar için bu teklifler bayağı teröristçedir.

Çocuk sevme, çocuğun mutluluğu ve sevinci hedefli olmalı, bizim gıcıklığımızı veya eğlenmemizi tatmin maksatlı olmamalı.

Allah’ın koyduğu kendini koruma güdüsü daha yeni tanıdığınız çocukların sizden kaçmasını tabi ki gerektirir.

O sizin zararsızlığınızı anlarsa zaten yanınıza gelip sizinle oynayacaktır.

Terörist teklifleriniz onu uzaklaştıracak, hırçınlaştıracaktır.

Nasıl Sevmeli?

Önce ona içimizden güzel bir dua etmeliyiz.
Mesela: “ Allah’ım bu çocuğu maddi ve manevi musibetlerden koru, cinni ve insi şeytanların şerrinden muhafaza buyur. Rızanı tahsile memur eyle!”

Ve çocukla büyük insan gibi konuşmaya çalışmalı. (Bebeklere bebekçe davranılabilir.)

İletişim kurduktan sonra onun arzusu istikametinde beraber oynanabilir. Arkadaşlık edilebilir.

Dini edep gereği 7-8 yaşını aşkın kız çocukları başından öpülmeli.

Oturma

Misafir olarak bulunduğumuz bu dünyada misafirlik edep ve saygısıyla bulunmak, bir müminin en bariz vasfıdır. Oturma, kalkma, yatma hepsi mümine yakışır bir keyfiyette olmalı. Kendi başınayken bu denge ve adabı korumak belki “ihsan”a erenlerin hali olabilir. Ama insanlar arasında mümince bir temsil zorunluluğuyla bulunuyorken;

koltuklara kaykılmak,

biçimsizce yayılmak (daha açık yazılamaz herhalde)

ayak uzatarak oturmak,

ayak ayak üstüne atmak,

ayakları masa üstüne koymak,

elleri pantolon cebine sokmak (üşüme gerekçesi hariç)

gibi fiiller bir mümine yakışmaz.

Bunları safiyane yapanlar konumuz dışı; ama genel olarak bu fiiller gizli bir kibir ve gururun tekzip edilmez delilidir.

Ayrıca ayak ayak üstüne atıp koltuklara yayılanlar , kendilerini nazar-ı İlahiden kaçabildikleri bir yerde mi düşünüyorlar ki o tür bir saygısızlığı fütursuzca yapabiliyorlar?

Gülme

İnsana yakışan gülüş şekli tebessümdür.

Bunun ötesi değişik patlama tür ve seslerini ihtiva eden kahkahadır.

İnsan bu dünya misafirliğinde mümkün olduğunca kibar ve nazik olmalı. Allah’ın huzurunda bulunduğumuz bilinciyle kahkaha atmaktan, sarsıntılarla gülmekten, debelenmekten kaçınmalıyız.

Bir garipsin şu dünyada
Gülme gülme ağla gönül…
Yunus

‘Selam’dan kaçış

“Bismillah her hayrın başıdır.”

Mü’minler her işe besmele ile başlarlar. Allah’ın adıyla gider, Allah’ın adıyla varır, Allah’ın adıyla dönerler.
Ve rastladıkları her insana Allah’ın selamını dilerler.

Bu nedenle “Hayırlı sabahlar”,”Hayırlı akşamlar”,”iyi günler”…
gibi anlamsız, boş lakırtılardan vazgeçilmeli, (Selamı yadırgayacak olanlara ve bu sözlerden hoşlananlara kullanılabilir, hatta kullanılmalı.) vacip bir amel olan Allah’ın selamını vererek, vacip sevabı kazanmalıyız.

Selam verildiğinde bu selamı almanın farz olduğunu, selama cevap verdiğimizde farz sevabı kazanacağımızı unutmayalım.

Evet ‘Kendimizi’ selamdan hem bir yere varırken, hem ayrılırken mahrum etmemeliyiz.

Hayat ‘O’nun adıyla bereket kazanır. Ona izafe edilmeyen dualar boştur.
‘Hayırlı akşamlar!’, ‘Hayır’ı kim verecek?

Bir insana
‘Allah’ın selamı(emniyeti, bereketi, selameti) üzerine olsun’
diyerek dua etmek ne güzel bir selamdır.

Günlük hayata girmiş diğer sözler cahiliye Kureyşi’nin gündelik hayatta kullandığı temenniler idi.

Hapşırma

Hapşırmanın hapşırana bakan yönüyle rahatlatıcı, bir takım virüsleri gönderici, solunum sistemini ferahlatıcı etkisi olabilir. Ama hapşıranın dışında kalan dünyayı ise karartıcı, mikroplanıcı ve kokutucu bir etkisi vardır.

Bu nedenle sadece kendini düşünmeyen her insan hapşırığını demokratik bir yolla bastırmalı (Yumuşak bir tamponla tıkamalı) bir mendille karşılamalı, hatta mekân değiştirerek diğer insanlara bir iyilik yapmalıdır.

Eğer ani bir hapşırıksa ve mendil bulamadıysa hapşırığının içeriğini insanların yüzüne gözüne, üstüne başına 60 km hızla ve 10 metre menzille yollama, kimyasal bir silah etkisi oluşturma yerine hiç olmazsa onu kendi kıyafetiyle, kolu, kazağı her ne bulursa karşılamalıdır. Bu ise son çaredir. Kıyafetlerini sonra yıkamalı.

Mendili olmadığı için kendi kıyafetini feda edemeyip içerik ve kokusuyla ortalığı telvis edenlere ithaf. Bilhassa cemaatle namazda…
Otomobil Kullanma

İyi Bir Sürücü:

Araba sürerken
trafikten,
yol durumundan,
diğer şoförlerin…’den bahsetmez.

Frene çok az basar, yani gerektiği kadar gaza basar.

Korna çalmaz. Yanlış yapan şoförler, sizin ikazınızla hidayete gelmez. Ayrıca hangi birini ikaz edeceksiniz.

Trafikteki her hatayı sizin de yapabileceğinizi unutmayın.
Ayrıca her insan hayat boyu, sebebini öğrenince moraracağı, hata yapandan özür dileyeceği yüzlerce hatayla karşılaşır.

Zırt pırt sollamaz. Efendice yola devam eder. Genellikle çabuk gitme hırsı daha çok trafiğe takılır.

Arabayı sarsmaz. Ön konsolda yarım doldurulmuş süt bardağı varmışçasına kibar sürer. Sütü dökmez.

Uzaktan sarı ışığı görünce veya yokuş aşağı gaza basmaya devam etmez.

Öndeki arabanın egzozunu radyatörüyle koklamaz. Yaptığı hızın en az üçte biri kadar araya mesafe koyar.

Trafikteki şoförlerin çoğunun zoo kaçkını olduğu varsayımıyla veya şuuruyla onlarla dalaşmaz. (Furkan/63 ayetini uygulayın)

Yani ite dalaşmayıp çalıyı dolaşır.

Çünkü her an her model arabadan -bilhassa minibüs, taksi- semiz bir ayı önünüze düşebilir, çıkabilir.

Yayayken kaldırımda önünüze çıkan kelp kalıntılarına basar mısınız, yoksa yolunuzu mu değiştirirsiniz?

Maalesef trafikte bu kalıntıların canlıları mebzuldür.
Basmamaya çalışın.

İyi şoför kaza yapmayandır.

Daha iyi şoförse böyle bir korkuyu yolculara yaşatmayan, yolcuları hop oturtup hop kaldırmayan, sükûnet içinde araba kullanandır.

Kimseyle… yarıştırmayandır.
(Ne şanslı yolcuyum ki hatalı araç süren hiçbir şoförün arabasına binmedim. Hata hep başkalarındaydı!)

Yayayken sahip olduğu yol verme kibarlığını araba sürerken de gösterendir.

İnsanları yakın bir yerde bırakmayan, sallamayan, gitmesi gereken yere veya evinin önüne bırakandır.

Hele yanında tesettürlü birileri varsa trafikte daha da efendi ve kibar olması gerektiğini hissedendir.

Sürücü ve yolcuların, diğer taşıt araçlarının içine kafalarını 90 derece çevirip bakmalarının, bir evin önünden geçerken pencereden içeri bakmalarından esas olarak farkı yoktur. İkisi de özel hayatı rasat olup ayıp ve günahtır.

İyi Bir Yolcu

Şoföre şoförlük öğretmez, müdahale etmez.

Şoförün yanlışlarını söyleyip durmaz.

Trafik mevzuları açmaz. Beğenmiyorsa müsait bir yerde iner.

Sürücülüğün Müeyyidesi

Dini ölçüler içinde bir bıçağı karşınızdaki insana ucu öne doğru biçimde uzatmanız bile hoş karşılanmaz.

Elinize bir döner bıçağı alıp ileriye doğru doğrultarak kaldırımda ilerleseniz insanlar için nasıl bir tehlike oluşturursunuz?

Bir otomobilin diğer insanlar açısından oluşturacağı tehlike otomobilin hızından dolayı, kaldırımda hareket eden bir bıçaktan farksızdır.

Bugünkü trafik şartlarında trafik kaidelerine uymadığınız zaman dikkatsizliğinizle, dini ölçüler içinde bir katil olup ebedi hayatınızı karartmanız oldukça kolaydır.

En hafifinden bir yayaya çarparak onu sakat bırakmanızın ve o yayanın ömrü boyunca bunun ıstırabını çekmesinin uhrevi karşılığı bugünkü ceza yasalarıyla kıyaslanamaz.

Allah Adil-i mutlaktır. Ve ceza en azıyla verdiğiniz ıstıraba denk olacaktır.

Dünya yönüyle size hafif bir ceza verebilirler ama dini karşılığı oldukça korkutucudur.

Trafik kuralları

İnsanların tesis ettiği bir mekanizmanın kurallarını insanların belirleyebileceği esasına dayanılarak “Trafik kaidelerine uymak vaciptir.***” fetvası verilmiş olduğundan bu konuda sizin bu kaidelere uymanız size vacip sevabı kazandıracaktır.

Bu sebeple hangi yolda hangi hızın yapılması gerektiği ile ilgili trafik kaidelerini umursamayarak bir kaza yapmakla ahiretinizi karartabilirsiniz.

Görüşme

Tokalaşma

Tokalaşma sadece elle yapılan bir nezaket alış verişi değildir. Sizin duygularınızı karşı tarafa ifade eder.

Öncelikle muhatabınızın gözüne bakmalısınız.

Muhatabınızın yüzüne bakmadan el sıkıyorsanız bunun bir hakaret ve kibir ifadesi sayılabileceğini unutmayınız.

El sıkma tek elle olmalı, gözleriniz samimi ve hafif bir tebessümle muhatabınızda olmalı, hatta az bir açıyla eğilmelisiniz de.

Ön tamponu yan tarafına takılmış araba gibi bakışlarınız bir yerde, yüzünüz başka bir yerde, elleriniz başka yönde el sıkma büyük bir hakarettir.

Önünüzde bir çok insan varsa ya el sıkışmayın veya hakkını vererek musafaha edin.

Hele eliniz terliyse, kirli veya yağlıysa bu tokalaşma işini de lütfen yapmayın.
‘Elim kirli’ deyin.

Sarılma, Muanaka, Öpüşme

5 veya 6 aylık ayrılıklar haricinde ve her bir araya gelişte sarılmanın dini temeli yoktur. Bu biçimsiz âdet terk edilmeli. Her bir araya gelişte yapılan bu uzun ve lüzumsuz serenomi suni bir merasimden başka bir şey değil.

Yanak yanağa tokuşturarak öpüşmeyi, kafa kafaya tokuşturarak ‘koç muanakası’ yapmayı, öncelikle bizim terk etmemiz gerekir.

Bir de bir grup insan yemek yerken veya oturuyorken yeni birisi içeriye geldiğinde yapılan merasimler var.

Siz bir yere girdiğinizde yemek yiyorlarsa veya bir şey görüşüyorlarsa size düşen sadece selam verip bir kenara oturmaktır. O insanları rahatsız edip ayaklandırmanın mantığı yok.

Bir düşünün 10 kişi bir şey görüşüyor. Yeni biri içeri girdiğinde herkes ayağa kalkıyor.

Onlarca musafaha, sonra bazıları kerhen Muanaka….

Muanaka bir sürur ve sevinç taşmasından hasıl değilse suni demektir.

Bu saçma merasimcilikten vazgeçilmeli.

İnsanları rahatsız etmeye hakkınız yok, kibarca girip bir kenara oturmalısınız.

Bir de yemek yiyenlerin yanına giriyorsanız kesinlikle tokalaşma ve sarılmaya kalkmayın.

Ne sizin dışarıdan getirdiğiniz kirli elinizi yemek yiyenlere bulaştırma hakkınız var, ne de onların yemek bulaşığı, ekmek kırıntısı bulunan ellerini size temas hakları.

Yemek yiyenlerin yanına girdiğinizde onları rahatsız etmeden bir kenara oturmak en doğrusudur.

(Resulullah (sav) buyurdular ki: “Müsafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.”
Muvatta, Hüsnü’l-Hulk

Berâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki müslüman karşılaştıklarında el sıkışırlarsa, birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.”Ebû Dâvûd, Edeb

Hayber fethedildiği gün Cafer İbnu Ebî Talip (ra) Habeşistan’dan dönmüştü. Peygamber Efendimiz (asm) bu iki olaya öylesine sevinmişti ki, “Bilemiyorum, bunlardan hangisine sevineyim? Hayber’in fethine mi, Cafer’in dönüşüne mi?” buyurmuş ve Hazret-i Cafer’i kucaklayarak iki gözü arasından öpmüştü.
Ebû Davud, Edep, 157

Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
– Bir adam:
– Yâ Resûlallah! Bizden bir kişi kardeşi veya arkadaşıyla karşılaştığında onun için eğilebilir mi, diye sordu. Peygamberimiz:
– “Hayır eğilemez” buyurdu. Adam:
– Ona sarılıp öpebilir mi, diye sordu. Efendimiz:
– “Hayır” buyurdular. Bu defa adam:
– Elini tutup musâfaha edebilir mi, dedi. Peygamberimiz:
– “Evet” buyurdu.[İbni Mâce, Edeb 15

Saygı ve hürmet maksadıyla rükû eder gibi veya baş eğmek şeklinde bir kimsenin önünde eğilmek İslam’da caiz değildir. Uzaktan gelen ve çoktandır görüşmeyen kimselerin veya uzun yolculuklardan dönen kimsenin yakınlarıyla muanaka denilen kucaklaşması caizdir.
Riyaz-us Salihin şerhi )

El Öpmek

El öptürmek, nezaketen teşebbüs edildiğinde elini uzatma kibir ve gurur alametidir. (Çocuklar konu harici. Onlara el öpme öğretilmeli. Ve bazen öptürülmeli de.)

İnsanlar tevazudan öpmek isteyebilirler. Bu da suiistimal edilip el uzatılmamalı.

Büyük zatların elini öpmek isteyebilirsiniz. Karşı taraf mukavemet ediyor, rahatsız olduğunu beyan ediyorsa nezaket olan el öpmek, zorlamaya devam etmekle en büyük nezaketsizlik haline gelebilir.

Temizlik

Obezite (Antrparantez)

Allah’ın insan vücuduna kurduğu bir denge vardır. Bu denge basitçe şuna benzer:

Bir inşaat kolonunda dört çelik profil …. cm 3 çimento ve kum karışımıyla dengede kalır. Siz bu profile fazlasını yüklerseniz kolon bel verir.

İnsan vücudunda da kemik ve et dengesinin belirli ölçüleri vardır. Bu denge kemiğin aleyhine bozulduğunda vücut dengesi bozulur. Kemikler aşırı yüklenmiş olur.

Ki bunun faturası bel hastalıkları halinde çıkar. Bu denge bozukluğu çabuk yorulmaya neden olur. Kimi kilolu insanlar farkına varmadan devamlı 20 kiloluk bir yağ tenekesini beraberlerinde taşıyor gibi bir hamallığa mahkûmdurlar. 2 yağ tenekesini mutlulukla taşıyanlar da var.

Bu hamallık, THY’de yetişkin sınıfında yolculuk yapacak ve ayrı bir koltuk tahsis edilecek 20 kiloluk bir çocuğa tekabül eder. Daha fazlası 1 kişilik biletle ailece tek koltuğa tıkılmayı ifade ediyor. ‘Battalı tasvir safi…’

Bu fazla yükün faturası şunları içerir.

Çabuk yorulma
Bünyedeki fazla yükün ihtiyaçları için ekstra gıda ihtiyacı. Yani vücuda yapışık 20-30 kiloluk bir çocuğun daha doyurulması gibi.

Az bir hareket sonucunda terleme
Terin kimyasal içeriğinin necasetten bir farkı yok. Ama necis değil. Bununla beraber ter kokusu kilo arttıkça iğrenç, dayanılmaz bir hal alır.
Bu nedenle kilolu insanların çevreye rahatsızlık vermemeye bilhassa yaz mevsiminde çok dikkat etmeleri gerekir.

İşin acı tarafı kilolu insanlar devamlı duydukları bu kokunun farkında da değildirler.

Terli elleriyle musafaha ederler, sarılırlar, terli yanaklarını size temas ettirirler.

Kilolu olmak (obezite) esas olarak bir hastalık kabul edilmeli ve bu insanlar kınanmamalı. Ama onlar da sık sık duş yapıp, çamaşır değiştirerek insanları kendilerinden uzaklaştırmamalıdır. Bilhassa cami gibi yerlerde dikkatli olmalı, sarımsak yiyenlerin gitmesinde sakınca olan bu gibi sosyal mekânlara, aynı iticiliğe neden olan ter kokularıyla girmemeye özen gösterilmelidir. (Zorunlu haller hariç.)

Abdest

Abdest almaya teşebbüs edilirken çoraplar hemen insanların yanında don lastiği çekiştirilircesine çekilip çıkarılmaz. Ortalığı telvis edecek koku ve toz hesap edilmeli.

Çorabınız yeni de olabilir. Ama çevrenizdekiler bunu bilmez.

Bu nedenle çorap koridorda kibarca çıkarılmalı. Çıkarıldığında ise kesinlikle ısınsın diye bir radyatörün üstüne konulmamalı. İnsanlara ayak terinizin buharıyla azap etmeyiniz.

Bir de abdest alındığında ayak kurulanmadan ıslak ıslak çorap giyilmemeli.

Temiz yıkadığınız ayağınızın ıslaklığı, yeni giymediyseniz çorabınızdaki kirlerle çamurumsu bir hal alacak bastığınız yerleri de kirleteceksiniz.

Ayrıca ıslanacak çorap bastığınız yerlerdeki toz ve kirleri toplayacak ayakkabınızı da kokutacaktır.

Belki meşakkatli ama temiz bir mümin yanında veya arabasında mutlaka kâğıt mendil bulundurmalıdır.

Abdest sonrasında iyice ayaklarını kurulamalı, camiye giriyorsa mutlaka kuru çoraplı girmeli, çorapsız ıslak ayakla camiye girerek Allah’ın evini mantarlamamalı.

Takke kullanıyorsanız en temiz giysiniz takkeniz olmalı. Kirli ve kokan bir takkeniz varsa ne siz onu giyin ne de birine ikram edin.
Ve namazda ayaklarınızın arasını 20 cm’ den fazla açmayın.

Duş Almak

Allah, çok temizlenenleri de sever.2/222
..orada temizlenmek isteyenler vardır. Allah, temizlenmek isteyenleri sever.9/108
Temiz bir köyde veya nezih bir kasabada yaşamıyorsanız, havası hiç de temiz olmayan, kötü kokuları da insanlarla beraber nakleden belediye otobüslü, metrolu bir şehirde yaşıyorsunuz demektir.

Havası kirli, oksijeni zehirli, paraları mikrop saçan bu yerlerde 24 saatte toplayacağınız kötü koku ve kiri bir köyde 1 ayda edinemezsiniz.

Bu nedenle her insan, suyu israf etmeme, dikkatli kullanma kaydıyla bilhassa yaz aylarında her sabah, hiç olmazsa günaşırı mutlaka duş almalıdır. İç çamaşırlarını mümkünse değiştirmelidir.

Bildiğiniz gibi gaz abdesti bozar. Bunun hikmetlerinden biri, insanları o ulvi mekanda iğrendirmemek, tiksindirmemek olamaz mı?
Bozmadığını düşünün!

Eğer öyleyse kötü kokularla camiye girip saflarda insanları iğrendirmek yanlış olmaz mı?

Bilhassa kilolu ve sürekli terleyen insanlar bunu hiç aksatmamalı kendi evlerinde bile aile fertlerine karşı kötü kokan bir konuma düşmemelidirler.

Bir müminin yağlı saçlarla dolaşması, yağlı ve kirli bir tenle ortalığı kokutması, kepeklerini ortalığa saçması, insanları kendinden tiksindirmesi doğru değildir.

Temiz koku ve parfümü üzerindeki kötü kokuları nötralize etmek için değil, sünnete ittiba kasdıyla kullanmalı, onda da ifrata düşmeyip insanları rahatsız etmemeli, çünkü herkes sizin kullandığınız kokuyu sevmeyebilir.
Diş Rengi

Sararmış dişle, kokar ağızla yanıma gelmeyiniz.” Tirmizi

Dişler bir insanın düzen ve intizamla ilgili kimlik kartıdır. Dişlerine bakmayan, hiç olmazsa günde 1 defa temizlemeyen insanla ilgili direkt “pasaklı” sıfatını kullanabilirsiniz.

Dişleri sararmış, birçok yemeğin kalıntısı renk değiştirerek diş diplerini mesken tutmuş, şehirlerarası benzinci tuvaletlerindeki lavabolar gibi diş manzarasına sahip bir insanın dolabı da aynıdır, odası da aynıdır, cepleri de aynıdır.

Belki mübalağa olacak ama ruhu da öyle karışıktır.

Tertemiz, bembeyaz olarak bize teslim edilen dişlere bakmamak, zamanı geldiğinde dişçide kontrol ettirmemek, en az günde 1 defa 2 dakika fırçalamamak, ayda bir defa beyazlatıcıyla ovmamak emanete hıyanet olmaz mı?
(Günde 10’u aşkın çay içenlere…)

Giyim

Batı tarzı giyimle ilgili bazı prensipler tabiî ki bir batılı kaynaktan:
The Essential Style Guide for Men, Carson Kressley

(Bu bölüm daha çok vazifesi gereği resmi bir kıyafette bulunması gerekenleri ilgilendirmektedir.
Metinde yer alan giyim kurallarının modayla ve yıllık renk değişimleri ile ilgisi yoktur.)

Giyim alışverişine yalnız çıkmayın, istişare ederek alın. Satış elemanlarına güvenmeyin. Onlar için önemli olan yakışma değil, eldeki malların satışıdır.

Kötü dikilmiş, bedene uymayan bir takım elbise ile acınacak bir görüntü sergilersiniz.

Gömleğin, ceketin ve kravatın rengi birbirine yakın tonlar olmalı. Aralarında uçurum olmamalı. (Lacivert ceket, beyaz gömlek ve kırmızı kravat gibi. Ceketsiz bulunuluyorsa zıtlık olabilir.)

Takım elbisede en önemli ayrıntı omuzlardır. Takım elbise aslında bir sanattır. İki boyutlu bir kumaşı alıp onu üç boyutlu bir cisme dönüştürüyorsunuz. Aslında takım elbise dikilerek yapılan bir heykeldir.

Omzun koltukaltıyla birleştiği yer ise, ceketin vücuda uymasında en önemli detaydır. İyi dikilmiş bir ceketin omzu, her noktadan koltuk altına yerleştirilmiş olur.

Kol omuza tam uydurulamamışsa, kolunuzu hareket ettirdikçe ceketin kolu kasılır, omuz çevresinde kırışıklıklar meydana gelir.

Özenle dikilmiş bir ceketin ilikleri temiz, düzgün ve sıkı olur. Ceketin düğmelerini birkaç kez ilikleyip açtıktan sonra ancak iliğin düğmeye alışması mümkün olur.

İyi bir takım elbisede dikiş çizgisinin simetrik, kolun ele en yakın kısmındaki çizgilerin düzenli, yaka ve cep kenarlarındaki desen uyumludur.

Ciddi insanlar genelde takım elbise giyerler. Fakat takım elbise giymek de ciddiyet ister.

Takım elbise giyme prensipleri:

Takım elbiseyle laubali olunmaz. Ona resmi davranılır.

Mesela ceketle arabaya oturulacaksa çıkarılıp arka pencereye asılmalı. Ceketle oturmamalı.

Ceket, uzun süre yakasından asılı konmaz. Askıya asılmalı.

Rengi koyu olmalı. Kışın açık renk takım elbise giyilmez.(Bazen görülüyor.)

Erkekler için erkek renkleri (mavi, lacivert ve kahverenginin tonları) tercih edilmeli.

Siyah takım elbise çok nadiren kullanılabilir.

Eğer önemli bir programa(Siz de önemli bir şahıssanız), geceye katılıyorsanız ceketin dış üst cebine kravatla aynı renkte mendil koyabilir, manşetli gömleği tercih edebilirsiniz.

Takım elbise üstüne hava çok soğuksa yakın renkte palto, değilse trençkot giyilmeli.

Atkı kullanılacaksa ayakkabı rengi veya açık renkler tercih edilmeli.

Ceketin cepleri kullanılmaz. Sadece iç cebe kalem, diğer ceplere küçük not kâğıdı konabilir.

Doğrusu baştan o cepleri açmamaktır.

Eğer muhtarlık seçimlerine katılmayacaksanız takım elbisenizin (varsa) yeleğini kullanmayın. Çünkü yelek tarihe karıştı.

Takım elbise altına hırka ve kazak da (Gömleğin üstüne) giyilmemeli.

Hele kravat, gömlek üzerine V yaka kazağı sadece memursanız emekli olunca giyebilirsiniz.

Günümüzde ceket ceplerine cep telefonundan araba ruhsatına, para cüzdanından bozuk paraya kadar her şeyi koyanlar var.

Ve görünüm olarak hele yan ceplere bir şeyler konulduysa ceket ceplerinize eşeğin heybesi muamelesi yapıyorsunuz demektir. Oysa ceketiniz varsa çantanız da olmalı.

Cekete kibar davranıldığı gibi pantolona da ihtimam gösterilmeli. Vazife, takım elbise gerektiriyorsa pantolon ütüsü jilet gibi olmalı, namazı dikkatli kılmalı, kumaşı gerdirip yay gibi bir eğime sebep olunmamalı.

Ayakta durduğunuz zaman pantolonun paçaları ayakkabının üzerini örtmeli, fakat topuğun başlangıç hizasını da geçmemeli.

Pantolonun bedeninize oturması için belinin fazla sıkı olmamasına dikkat edin. Pantolonun belinden içeri iki parmağınızı rahatça sokabilmelisiniz.

Pantolonun beli, sizin belinize rahatça oturmalı…

Siyah kruvaze(Gümüş veya altın renkli düğmeli ceket) cekete siyah veya siyahın tonları gömlek, kazak, gri pantolon;
Lacivert kruvaze cekete lacivertten maviye gömlek, gri pantolon;
Kahverengi kruvaze cekete kahverengiden kreme gömlek veya kazak ve koyu krem pantolon giyilebilir.

Kadife takım elbiseler sadece tatil günleri giyilebilir.

Kemer ve ayakkabının rengi mutlaka aynı olmalı.

Pantolonun paçaları kıvrık da olsa, düz de olsa, oturduğunuz zaman ayak bileklerinizin görünmemesine dikkat etmelisiniz.

Pantolonun ne ön ne de arka ceplerine cüzdan veya benzeri bir şey konulmamalı.

Çorap rengi seçerken, giyeceğiniz ayakkabının rengini de dikkate alın. Beyaz çorap giymemeye dikkat! Çizgisiz ve sade olmalı.
Yazın ince merserize çorap kışın ise normal çorap kullanılabilir.

Kendi arkadaşlarınızla birlikteyken ceketin ön düğmesi açık olabilir.

İliklendiğinde ise orta düğme veya üst iki düğme iliklenmeli. Tüm düğmeler hiçbir zaman iliklenmez.

Ama bir yere giderken, insanlarla tanışırken -kim olursa olsun- veya tanıştırılırken mutlaka ceket ilikli olmalı.

Hatta el sıkışmadan önce ceket iliklenmeli ve öylece el uzatılmalı ki saygı ifade edilmiş olsun.

Kravat takım elbisenin en önemli unsurudur. Bir takım elbiseyi batırabilir de çıkarabilir de.

Mutlaka çok ince bir kumaştan imal edilmiş olmalı ve takım elbiseden de daha kaliteli olmalı. Renk olarak gömlek ve takım elbiseden birinin rengini ton olarak taşımalı.

Kravatı, yakaya takılmamış bir gül veya çiçek olarak düşünebilir canlı ve parlak renkleri kullanabiliriz.

Kravatın boğum yeri büyüklüğü, vücudun hacmine göre belirlenmeli. 70 kiloluk bir insan Kemal Sunal kravatı takmamalı, en fazla 4.5 cm üst genişliği olan ve mutlaka alttan pile(boğum) içeren kravat takmalı.

90 kiloluk bir insan da vücuduna göre düğümlenmiş ip gibi duran kravat takmamalı.

Kravat uzunluğu da kemeri 2 cm’den fazla geçmemeli. Kemerden kısa da olmamalı.

Gömlek yakasını bir düğmeden fazla açmak, göğüs kıllarını göstermek de bir maganda davranışıdır.

Gömlek altından görünür bisiklet yaka fanila giymemelisiniz. En üst düğmesi açılmış gömleğin altına geniş yakalı veya V yakalı ya da askılı fanila giymelisiniz.

İster kötü koksun ister kokmasın deri ceket maganda kıyafetidir. Bırakın sadece eski sahipleri ve gece bekçileri giysin (Safiyane giyenlerin bilgisine.) Bizim maganda tanımımız daha geniş.

Deri, sadece ayakkabı ve çantada kullanılmalı.

Ayakkabı satın almanız gerektiği zaman, bu işi sabahın köründe yapmayın. Günün ilerleyen bir saatinde yapın. İlerleyen saatlerde ayaklar az da olsa şişer.

Ayakkabıyı denerken, ayaklarınızı biraz sıktığını düşünürseniz, satıcı size ‘Bunlar zamanla açılır. Rahat ,rahat giyersiniz’ dese de sakın bu sözlere kanmayın.

Ayakkabının içinde ayağınız rahat değilse, bir numara büyüğünü isteyin. Ayağa dar gelen ayakkabılar ancak kullanılmaz duruma gelince, ayakları rahat ettirirler.

Renk seçiminde, Allah’ın insan simasını nakşederken kademelendirdiği ton farkı; dudak-yüz, yüz-göz, sima –saç örnek alınarak ton farkı yüzdesine göre kibar bir giyim tarzı oluşturulabilir.

İnsan giyimine Allah’ın çiçeklere giydirdiği rengarenk giyim tarzını uygularsanız bitkisel bir giyime bürünürsünüz. Ve çiçek kabul edilip vazoya konursunuz(!)

Genelde takım elbiseyle siyah ayakkabı giyilmeli. Ama lacivert elbiseyle kahverengi ayakkabı da giyilebilir. Kahverengi, siyah dışında hemen her renk elbiseyle uyum sağlar.

Kauçuk tabanlı bir ayakkabı takım elbise altına giyilmez.

Erkek ayakkabılarında siyahın üstünlüğü kesindir.

Ayakkabı satın alırken öncelikle hakiki deriden yapılmış olmasına dikkat edin. Suni deriler ve başka malzemeler ayakkabının şeklinin kısa sürede bozulmasına neden olur, hem de ayak sağlığınıza zarar verir.

İyi bir ayakkabının yüzüyle tabanının birbirine dikişle tutturulması çok önemli. Yapıştırıcı kullanılan ayakkabıları iki gün sonra tamire götürmeniz gerekebilir.

İnsanlar size bakarken “kıyafetlerinizi gözlük camlarına yerleştirip” oradan bakarlar.

Kıyafetinizdeki paspallıkla ruh saffetinizi lekelemeyiniz.

Kadın ve erkeğin fizyolojik olarak, cinsi etkilenme yönleri farklıdır.
Erkek görmekle, bakmakla tahrik olurken kadın temasla tahrik olur. Dini yönlendirmeler de bu araştırma sonucunu doğrulamaktadır. Böyle olunca da kadının kıyafet seçiminde vücut hatlarını belirsizleştirme ve dikkat çekmeme asıl olmalıdır. Bu, asil ve uyumlu bir renk seçimine engel değil.

Yeni bir elbise giyildiğinde giyene “Üzerinizde eskisin” demenin sünnet olduğunu biliyor muydunuz? Buhari,libas,22

(Bayan giyimi ve adab-ı muaşeretiyle ilgili göndereceğiniz bilgiler değerlendirilip, bu bölüme konulacaktır.)
Birer Cümleyle…

Size bir şey uzatıldıysa almalısınız. Kimsenin eli havada bekletilmez.

Sırada bekleyenlerin önüne geçmek kul hakkını haizdir.

Kendinize ihtimam gösterin. Arada bir aynada (hatta büyüteçli aynada) yüzünüzü inceleyin. Kulaklarınızdaki, burnunuzdaki uzamış kılları…vs temizleyin. Burun deliğinizden dışarı sarkmış iki kıl bile tüm karizmanızı yıkmaya yeter.

Size bir şey söyleyen ayakta ise siz de ayağa kalkın. İnsanları karşınızda ayakta bekletmeyin.

Hareket halinde olan yürüyen bir insanın önü kesilerek bir şey denmez. Yanda durulup seslenilmeli. İzin isteyerek konuşmalı.

Elleri cebine sokarak (iki el veya tek el) ders anlatma veya gezme kibir alametidir. Bir mümine yakışmaz. Bilhassa oturan öğrencilerin bakışı göz önüne alındığında. (Hava soğukluğu gerekçesi hariç.)

Hiçbir zaman, hiçbir kapı 3 defadan fazla çalınmaz. 3 defa çalınır açılmazsa gidilir.

Çay veya başka bir şey ikram edilirken göğüs hizasında takdim edilir.
Gökten geliyor gibi uzatılmamalı.

Yemeğe başlarken dudakları kıpırdatarak “Bismillahirrahmairrahim” demek, lezzeti ve nimeti hissettiğiniz lokma ve yudumda yine sessizce dudakları kıpırdatıp “Elhamdulillahi heze min fazli Rabbi” diyebilmek ne büyük bir teşekkür ve bahtiyarlıktır.12/38

‘Kullanma’,’istimal’ eşya ile ilgili kelimelerdir.
İnsanlar için bu kelimeyi ‘falanı kullanmak’ şekliyle telaffuz, insanları eşya olarak değerlendirdiğiniz anlamına gelebilir. İnsanlar için ‘istifade’ kelimesi daha insanidir.

Emri bi-l maruf, nehyi ani-l münker yapmaya veya koordineye müstaid bir insan için ticari işlere geçiş ne büyük bir talihsizlik, vesile olanlar için de ne büyük bir vebaldir.

Dünyaya bu kadar sunilik hakimken bulunduğunuz mekanlara yapay çiçekler kullanarak bir de siz sunilik katmayın.

Herkesin içinde insanların hatası söylenmez.
Eğer karşınızdakini sevmiyorsanız hatasını da söylemeyin. Rahatsızlık uyarır. En güzeli bir kenarda kibarca söylemektir. Daha da güzeli bir kâğıda yazıp masasına veya cebine bırakmaktır.

En kötü itham yalan ithamıdır. Bir insanın yalanını yüzüne vurmak, ona ‘Yalancısın!’ demek nezaketsizliği, yalan söylemenin yanında hafif kalır.

İnsanlar konuşurken onlara laf yetiştirme endişesiyle zihninizi yormayın. Önce dinleyin.

Herhangi bir kusurla itham edildiyseniz ve sizin bu işte % 10 bile suçunuz varsa kendinizi savunmayın. Çenenizi yormayıp hatanızın muhasebesini yapın.
Yani havadan bir taş geldiğinde hemen mukabele edecek taş aramaya kalkmayın. Önce kenara çekilip taşa ve kendinize uzun uzun bakın.
% 10 bile suçunuz varsa taşı atana yardım edin.
Böyle durumlarda taşı atan dahi etkilenip gelip taşını geri alabilir.

Yanınızda anlatılan her olay paralelinde mutlaka kendi hayatınızdan bir olay bulup anlatmak zorunda değilsiniz.
“İşte ben de, bir gün…”
Her çağrışıma atlamayın.

Eğer akıldan geçen her şeyin konuşulması gerekseydi Allah düşündüğümüz şeylerin otomatik olarak dilimizden döküleceği bir mekanizma verirdi.

Eskiler, ‘Eskiler boğaz dokuz boğumdur, önce düşün sonra konuş’ derlerdi.

Kendinizi hayat maceraları bilinmek zorunda olunan biri gibi hissediyorsanız psikiyatrik bir yanınız var demektir.

* (iktibastır)

Yorum bırakın